Ahlâk, Bilim ve Adalet: İnsana ve Topluma Şekil Veren Değerler
İnsanın ahlâkî şahsiyetini şekillendiren en temel unsurlar, onun doğrudan etkileşimde bulunduğu çevresel faktörlerdir. Ailesi, okulda karşılaştığı öğretmenleri ve arkadaş çevresi, bireyin karakterini özellikle çocukluk ve ergenlik dönemlerinde güçlü bir şekilde etkiler. Bu dönemler, bir anlamda insanın "hamurunun yoğrulduğu" zamanlardır. Delikanlılık çağı sona erdiğinde bireyin ahlâkî şahsiyeti büyük oranda oturmuş olur. Bundan sonraki süreçte yaşanacak tecrübeler, bu temel özellikleri genelde köklü bir biçimde değiştiremez.Nitekim Hz. Peygamber (sav), "Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar; ancak anne-babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapar" (Buhârî, Cenâiz 92) diyerek çevrenin insan üzerindeki etkisine dikkat çekmiştir.
Ahlâk, Bilim ve Adalet: Bir Toplumun Temel Direkleri
Ahlâk, adalet ve bilim, bir toplumun hem geçmişteki birikimini hem de gelecekteki varlığını sürdürebilmesini sağlayan sacayağıdır. Bu üç kavramın olmadığı veya yalnızca sözde var olduğu toplumlar, yozlaşma ve çürüme ile karşı karşıya kalır. Ancak bu değerlerin içselleştirilmesi, samimiyet ve özveri ister. Sözde bilime ve eğitime saygı duyanlar, ne yazık ki çıkarlarıyla çeliştiğinde bu değerleri göz ardı edebilirler.Kur’an’da “İnsan, çok zalim ve çok cahildir” (Ahzâb 33/72) ifadesi, insanın bilgiye ve ahlâka olan yaklaşımındaki zaaflarına işaret eder.
Orta Doğu coğrafyasında bilimin yeterince saygı görmediği ve daha çok çıkarlara dayalı olarak değer kazandığı gerçeği, ahlâk ve bilimin ayrılmaz bir bütün olması gerektiğini bir kez daha hatırlatır. Oktay Sinanoğlu’nun "Bilim + gönül" ifadesi bu durumu ne güzel özetler. Bilim ahlâkla harmanlandığında, insanlık yararına işler ortaya koyar. Aksi takdirde bilim, sadece zarar veren bir araca dönüşebilir.
Ahlâk ve Din: Birbirinden Ayrılamaz Bir Bütün
Ahlâk, dinin temel yapı taşlarından biridir ve dinden soyutlanamaz. Nitekim Hz. Peygamber (sav), "Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim" (Muvatta, Husnu’l-Huluk 8) buyurarak, ahlâkın İslam’daki merkezi yerini vurgulamıştır. Ancak bugün, ibadetlerini yerine getiren bazı bireylerin yalan söylemesi, ticarette aldatması veya kötü sözler sarf etmesi, ahlâk ve din arasındaki bağın yeterince güçlü kurulamadığını göstermektedir.Kur’an, Hz. Peygamber’in ahlâkını yüceltirken şöyle der: "Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin" (Kalem 68/4).
Ahlâk, yalnızca anlatılarak öğretilen bir kavram değil, uygulama ile örnek alınarak öğrenilen bir değerdir. İnsanlara doğruluk, güvenilirlik ve dürüstlük aşılanmadıkça toplumsal yozlaşmanın önüne geçmek mümkün değildir.
Mehmet Akif’in dizelerinde dile getirdiği gibi:
"Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!"
Adalet: Ahlâk ve Bilimin Meyvesi
Adalet, ancak ahlâk ve bilimin sağlıklı bir şekilde geliştiği toplumlarda gerçek anlamıyla tecelli eder. Kanunlar ahlâka dayalı olmadığında, adalet mekanizması yozlaşır. Bugün karşılaştığımız birçok toplumsal problem, ahlâkın hukuka temel olamamasından kaynaklanmaktadır.Erol Güngör’ün şu sözü, bu durumu derinlemesine açıklar: "Çatışmanın veya uyumsuzluğun olduğu her yerde bir ahlâk kaidesi tehlikeye düşmüş demektir."
Son dönemde karşılaşılan ahlâksızlık vakaları, yalnızca bireysel bir çürüme değil, aynı zamanda toplumsal bir alarmdır. "Yenidoğan çetesi" adıyla bilinen bebeklerin hayatına kastedilen olaylar, insana değer vermeme anlayışının nasıl bir noktaya geldiğini göstermektedir. İslam öncesi dönemde kız çocuklarının diri diri gömülmesi (Tekvir 81/8-9) ile bugünkü vicdansızlıklar arasında özde bir benzerlik vardır: İnsan hayatına fiyat biçmek ve onu değersizleştirmek.
Ahlâkî Şahsiyetin Yeniden İnşası
Birey ve toplum olarak, ahlâkın mayasına din ve inancı yeniden katmamız gerekiyor. Kur’an, ahlâk dışı davranışların zararlarına dikkat çekerek insanlara doğru bir hayat rehberi sunar. Kalem Suresi’nde anlatıldığı gibi, yalan söylemek, iftira atmak ve insanları küçümsemek, ahlâk dışı davranışların başında gelir (Kalem 68/10-14). Bu uyarılar, modern çağın sorunlarına da ışık tutar.Toplum olarak başımızı ellerimizin arasına alıp düşünme vaktimiz gelmiştir: Nerede yanlış yaptık? Mehmet Akif’in dediği gibi, dilimiz kalbimizin hislerini söyleyemese de içimizdeki sesi dinleyerek ahlâk, bilim ve adalet temelinde yeniden bir inşa sürecine girmeliyiz.