Fertlerde asâlet ve fazilet düşüncesinin uyarılması, (ego)nun baskısından kurtarılarak cemiyete yararlı birer uzuv hâline getirilmeleri de, onların yetiştirilmesini en kudsî vazife bilen: o uğurda cehennemin alevlerini göğüslemeye kararlı olan; dünyanın zînet ve debdebesine gönül kaptırmayan; bilumûm siyasî cereyanlardan uzak kalmasını bilen; her lâhza hamiyetle gerilip gayretle boşalan; kafası yaşadığı devri idrakla aydınlanmış, gönlü gökler ötesi âlemlerle diyalog içinde ve kendini milletine adamış gerçek mürşit ve terbiyecilerin feyizli iklimlerinde kâbil olacaktır.
Bu kudsîler sayesindedir ki, en büyük şehirlerden en küçük köylere kadar, nurdan birer sütun hâlinde uzayıp gidecek olan aydınlatma ve insanlığa yükseltme hamlesi; yıllardan beri "cerâd-ı münteşire" gibi etrafımızı ihata eden karanlık gönüllerin savulup gitmesine; geceye destan kesen yarasaların susturulmasına; yeniden bayırlarımızı, kar çiçeği gibi millî ruh ve millî düşüncenin sarmasına ve asırlardan beri yurdun dört bir bucağına saçılmış çeşitli doz ve tesirdeki zehirler bertaraf edilerek, her türlü yabancılaşmaya son verilmesine vesile olması bakımından tarih çapında bir hamle olacaktır. Bunun yanında, diğer sahalardaki gayretler, ne kadar ehemmiyet arz ederse etsin hep ikinci üçüncü plânda kalacaktır.
Hiç bir zaman hatırdan çıkarılmamalıdır ki; bir millet, arz edildiği ölçüde, kendini kurtaracak müessese ve ellerden mahrum kaldığı sürece, onun maddî refahı, iktisat ve ticareti, ziraat ve sanayii ve daha değişik istikametteki bütün hamleleri, batmaya yüz tutmuş bir vapurun direklerine boya çalmadan daha ileri bir mânâ ifâde etmeyecektir.
Bu güzel ülke; münbit vahaları, cennet gibi ovaları, lâtif iklimi, bereketli toprağı ve sinesinde sakladığı çeşit çeşit hazineleriyle. çalışkan bir toplumu saadetlerin zirvesine ulaştırabilecekken, bu kadar zenginlikler içinde kahrolup giden insanımızın, tâlîzedeler gibi sefaletin dişleri arasında kıvranıp durması ne ürpertici bir tablodur!
Rahmeti Sonsuz'un bu kadar bol nimetlerinden istifade edemeyen, daha doğrusu istifade zahmetine katlanamayan ölü gönüller, inkırazın kuduz dişleri arasında parçalanmaya mahkûmdurlar. Bir vakitler dinç ve zinde ellerde, her bucağı cennetten bir köşe nice bereketli yörelerimiz vardı ki; bilgisiz, görgüsüz, kabiliyetsiz ve bir kısım harîs ellerde zamanla çoraklaşmaya yüz tuttu: Bağlar bozulup tarlalar kurudu; saraylar harab olup yollar bozuldu; çaylar bataklığa dönüp köprüler çöktü ve ülke baştan başa bir çöl hâline geldi .. Esasen, Hakkın sırlı birer mesajı sayılan "fıtrat kanunları" da hep, canlı-kanlı, münevver ruh ve dimağların yollarını ışıklandırıp, aydınlık iklimlere doğru onlara yol göstermelerine karşılık, yaşadığı devreye göre akord olamamış, beceriksiz, bedbîn ve mefluç gönüllerin de inkırazını süratlendirmiştir. Muhit ve zamanın getirdiği ihtiyaç ve zaruretlere karşı lâkayd kalan veya inat gösterenler, zamanın insafsız paletleri altında ezilip giderler de, feryatlarına kulak veren bile olmaz.
Beşer tarihi, bu hususu aydınlatan binler-yüzbinler misâlleriyle ne ibretli bir temâşâgâhtır; ama, ibret alan kim..
Milletler ailelerden, aileler de fertlerden meydana gelir. Aile izotopları; fert partikülleri ile, millet de aile molekülleri ile şekillenir iyi veya kötü bir vaziyet arz eder. Fertler ne kadar seciyeli, zinde, terbiye görmüş, olgunlaşma yoluna girmiş ve belli bir gaye, belli bir hedef istikametinde faaliyet gösteriyorlarsa, cemiyyet de o nisbette sağlam ve o ölçüde pâyidar olarak sürçmeden, şaşkınlığa düşmeden, emin ve süratli bir tempo ile sıçrayıp asrının üstüne çıkabilir. Aksine, fertleri ayrı ayrı ideâllere gönül kaptırmış, ayrı ayrı yollara düşmüş bir millet ve o milletin endam aynası sayılan hükümet, daima sendeleyecek, istikrarsızlığa düşecek, güpegündüz yolunu şaşıracak, sonra da çeşit çeşit paradokslarla bütün bütün aşınıp gidecektir.
Nasıl ki, bir insanın vücûdca sağlam ve sıhhatli olduğuna dair verilecek bir rapor, onun bünyesini meydana getiren dokular, uzuvlar ve ona ait bütün duyguların her türlü kusur ve arızalardan berî olmasına bağlıdır. Zira, bedendeki herhangi bir ârıza, hücre faaliyetlerindeki herhangi bir tıkanıklık, umum bünyede sarsıntılar meydana getirerek, sıhhatli uzuvlara bile âhenk içinde vazife gördürmeyecektir. Öyle de; bir milletin zübdesi ve endam aynası sayılan hükümeti, bir şahsa benzetecek olursak, cemiyetin küçük üniteleri onun âzâları, fertler de hücreleri mesabesinde olacaktır. Buna göre, bir millet ve bir devletin sağlamlığı, evvelâ onu meydana getiren fert parçacıklarının, aile izotoplarının canlı, ceyyid ve aktif olmalarında, sonra da bunların bütünleştirici bir ideâl etrafında birleşmelerinde aranmalıdır.
Evet, bir cemiyetin sürekli canlılığı, istikbâl ve ümit vadetmesi, o cemiyeti teşkil eden inançlı, azimli, kararlı, hasbî; milletin ızdırabıyla başı daima yüce dağlar gibi dumanlı ve gözlerinde buğu buğu milletini zirvelerde görme hayâlini yaşıyan asîl ruhların mevcudiyetine bağlıdır.
Farabi ve İbn Sina'nın Felsefi Görüşleri
İslam dünyasında felsefe, özellikle Orta Çağ boyunca gelişen bir düşünsel akımdı ve bu akımda, Farabi ve İbn Sina gibi büyük düşünürlerin önemli katkıları olmuştur. Bu düşünürler, Aristo’nun felsefesi ile İslam düşüncesini birleştirerek hem batı dünyasına hem de İslam dünyasına büyük etkiler bırakmışlardır. Bu yazıda, Farabi kimdir kısa özet ve İbn-i Sina varlık görüşü nedir gibi sorulara detaylı yanıtlar vererek, her iki filozofun felsefi görüşlerine odaklanacağız.
Farabi Kimdir? Kısa Özet
Farabi, tam adıyla Ebu Nasr Muhammed bin Muhammed el-Farabi, 9. yüzyılda yaşamış, Orta Çağ İslam felsefesinin önemli isimlerinden biridir. Farabi, hem felsefe hem de bilim alanlarında önemli çalışmalar yapmış bir düşünürdür. Özellikle Aristo’nun mantık anlayışını İslam dünyasında yaygınlaştırmış ve “İkinci Öğretmen” olarak adlandırılmıştır (Birinci Öğretmen olarak ise Aristo kabul edilir). Farabi'nin en önemli katkılarından biri, toplum düzeni ve erdemli yaşam konularındaki görüşleridir.
Farabi'nin felsefi görüşleri, hem mantık hem de etik alanlarında derin etkiler bırakmış ve Aristo'nun etika anlayışını İslam kültürüne adapte etmiştir. Farabi'nin düşüncelerinde, insanların akıl ve ruh arasındaki dengeyi bulmasının önemine sıkça vurgu yapılır.
Farabi'nin Felsefi Görüşü Nedir?
Farabi’nin felsefi görüşü, çoğunlukla mantık ve etik üzerine kuruludur. Farabi, felsefi sistemini Aristo’nun düşünceleri üzerine inşa etmiş ve Aristo'nun metafizik anlayışına da önemli katkılarda bulunmuştur. Farabi, akıl ve bilginin insanın en yüksek erdemleri arasında yer alması gerektiğini savunmuş, insanın en iyi şekilde yaşamak için akıl yoluyla doğruyu bulabileceğini ifade etmiştir.
Farabi’nin düşüncesinde, insanın erdemli bir yaşam sürebilmesi için, önce doğru bilgiye ulaşması gerektiği vurgulanır. Farabi'nin felsefi görüşüne göre, insan, felsefi akıl ve bilgiyi doğru şekilde kullanarak mutlu ve erdemli bir hayat sürebilir. O, felsefeyi sadece insanın bilgi edinme yolu olarak değil, aynı zamanda toplumun en yüksek seviyede erdemli hale gelmesini sağlayacak bir yol olarak görmüştür.
Farabi Neyi Savunur?
Farabi, düşüncelerinde özellikle erdemli toplum ve adil yönetim konularına yoğunlaşmıştır. Farabi, toplumun düzgün bir şekilde işleyebilmesi için adaletin sağlanması gerektiğini savunmuş, erdemli yöneticilerin ve felsefi liderlerin toplumda önemli bir rol oynadığını belirtmiştir. Ona göre, bir devletin en iyi şekilde yönetilebilmesi için, yöneticilerin felsefi akıl ve erdemlere sahip olmaları gerekmektedir.
Farabi'nin savunduğu en önemli görüşlerden biri de bilgi ve erdemli yaşam arasındaki sıkı bağdır. İnsanlar, yalnızca bilgi edinmekle kalmamalı, bu bilgiyi ahlaki bir temele oturtarak toplumda iyilik ve adalet anlayışını hâkim kılmalıdırlar.
Farabi Neyi İcat Etmiş?
Farabi'nin doğrudan icatları olmasa da, mantık ve felsefe alanlarında yaptığı önemli katkılar, Batı dünyasında ve İslam dünyasında önemli bir etki yaratmıştır. Farabi'nin en önemli katkılarından biri, mantık bilimini sistemleştirmesi ve Aristo'nun mantık teorisini İslam düşüncesine uyarlamış olmasıdır. Farabi, aynı zamanda etik ve toplum yönetimi konularındaki fikirleriyle de tanınır.
İbn-i Sina Varlık Görüşü Nedir?
İbn-i Sina, Orta Çağ’ın en büyük filozoflarından biri olarak kabul edilir. İbn-i Sina'nın varlık görüşü, onun en derin felsefi alanlarından biridir. İbn-i Sina, varlıkların aslında ilahi bir kaynağa dayandığını ve her şeyin bir birlikten türediğini savunmuştur. Onun varlık görüşüne göre, varlık bir bütün olarak birlik içinde var olmalıdır ve her şeyin varlık sırasına göre bir anlamı vardır.
İbn-i Sina'nın varlık anlayışında, tek bir varlık kaynağı vardır ve bu kaynaktan türeyen tüm varlıklar, kendi varlıklarını bu kaynağa borçludur. Onun varlık görüşü, monizm yani teklik anlayışına dayanır.
İbn-i Sina İslamdan Çıktı mı?
İbn-i Sina, İslam dünyasında çok önemli bir filozof olarak kabul edilmesine rağmen, İbn-i Sina İslamdan çıktı mı sorusu zaman zaman gündeme gelmiştir. Bazı eleştirmenler, İbn-i Sina’nın felsefi görüşlerinde yer alan bazı öğretilerin İslam’ın temel ilkeleriyle çeliştiğini öne sürmüşlerdir. Ancak İbn-i Sina, her ne kadar felsefesinde bazı öğretiler geliştirmişse de, onun felsefesi İslam düşüncesiyle uyumlu kalmaya çalışmıştır. İbn-i Sina, İslam’ı reddetmiş bir filozof değildir, aksine İslam düşüncesi ile Aristo’nun felsefesini birleştirmeye çalışmıştır.
İmam Gazali'nin İlim Usûlü ve Düşünce Dünyası
İmam Gazali, İslam düşüncesinin en parlak simalarından biri olarak, ilim ve düşünce dünyasında derin etkiler bırakmış, sadece kendi çağında değil, sonraki yüzyıllarda da etkisini sürdüren bir alimdir. Özellikle ilim anlayışı ve yöntemleri üzerine geliştirdiği fikirler, hem klasik İslam dünyasında hem de modern entelektüel tartışmalarda önemli bir yer edinmiştir. Onun ilmî yaklaşımı, dönemin farklı düşünce akımlarına yönelik eleştirileri ve bu akımlara getirdiği alternatiflerle şekillenmiş, İslam düşüncesine yeni bir soluk kazandırmıştır.
Gazali’nin temel savunularından biri, ilmin yalnızca teorik bir bilgi yığını olmadığı, aynı zamanda insanın ahlaki ve manevi gelişimine hizmet eden bir araç olduğudur. Ona göre, ilim, insanın hakikate ulaşmasını ve Allah’a yakınlaşmasını sağlayan en önemli vasıtalardan biridir. Bu bakış açısı, onun hem kelamda hem de tasavvufta derinlemesine çalışmalar yapmasını sağlamış ve bu iki alanı birleştiren bir düşünce sistemi geliştirmesine olanak tanımıştır.
Ayrıca İmam Gazali, Yunan felsefesine ve dönemin filozoflarına yönelik eleştirileriyle de tanınır. "Tehafütü’l-Felasife" adlı eseri, felsefi düşüncenin bazı yönlerini eleştirdiği ve İslam düşüncesiyle uyumlu bir bilgi sistemi geliştirmeye çalıştığı en önemli eserlerinden biridir. Bu eser, İslam dünyasında felsefe ve kelam arasındaki ilişkiyi yeniden tanımlamış ve bu alanda bir dönüm noktası olmuştur.
Gazali’nin ilmî mirası, sadece eleştirilerle sınırlı kalmamış, aynı zamanda pozitif bir bilgi sisteminin inşasına da odaklanmıştır. Onun "İhyâ-u Ulûmiddîn" adlı eseri, İslam ahlakı, ibadet ve bireysel sorumluluk gibi konuları ele alarak, ilmin pratik yaşamla nasıl bütünleşmesi gerektiğini göstermiştir. Bu eser, Gazali’nin ilmi ve manevi düşüncelerini bir araya getiren en kapsamlı çalışmalardan biri olarak kabul edilir.
Sonuç olarak, İmam Gazali’nin ilim usûlüne dair fikirleri, İslam düşüncesinde sadece bir dönüm noktası olmakla kalmamış, aynı zamanda insanın bilgiye ve hakikate bakış açısını kökten değiştirmiştir. Onun eserleri ve fikirleri, bugün hala hem İslam dünyasında hem de diğer entelektüel çevrelerde derin bir ilgiyle incelenmektedir. İmam Gazali’nin hayatı ve düşünceleri, ilmin insanın manevi yolculuğundaki önemini anlamak için eşsiz bir rehber niteliğindedir.
İmam Gazali, 11. yüzyılda yaşamış önemli bir İslam âlimi, filozof ve mutasavvıftır. Asıl adı Ebu Hamid Muhammed bin Muhammed el-Gazali olan bu büyük düşünür, Horasan bölgesinde dünyaya gelmiştir. İslam düşüncesine yaptığı katkılarla tanınan Gazali, ilim yolculuğuna bir âlim olarak başlamış, ancak zamanla tasavvufa yönelmiştir. Hem dini hem de felsefi alanlarda derin çalışmalar yapmış ve geride birçok kıymetli eser bırakmıştır.
İmam Gazali’nin felsefi anlayışı, akıl ve nakil arasında bir denge kurma çabasına dayanır. Ona göre akıl ve vahiy birbiriyle çelişmez; aksine, akıl gerçeği bulmada önemli bir araçken, vahiy bu süreçte yol gösterici bir rehberdir. Gazali, akıl, kalp ve ruhun uyumuna büyük önem vermiştir. Bu düşüncelerini özellikle "İhya-u Ulumiddin" gibi eserlerinde detaylı bir şekilde açıklamıştır.
İmam Gazali Neyi Savunur?
İmam Gazali, İslam dünyasında yalnızca felsefi düşünceleriyle değil, aynı zamanda ahlaki ve dini değerlerin korunmasına yönelik anlayışıyla da tanınır. Gazali'ye göre ilim, yalnızca teoride kalmamalı, aynı zamanda uygulamayla birleşmelidir. Ona göre, insanın gerçek anlamda olgunlaşabilmesi için ilim ve amel bir arada olmalıdır. İmam Gazali’nin en önemli savunduğu konulardan biri, ahlaki erdemlerin geliştirilmesidir. Ayrıca, gerçek bilgiye ulaşmanın yolunun, insanın önce kendi iç dünyasını keşfetmesinden geçtiğini ifade eder.
Dünyadaki Felaketler Günahlar Sebebiyle midir?
Dünyada meydana gelen felaketler, çoğu zaman insanlar tarafından sorgulanan manevi ve dini bir boyuta sahiptir. "İnsana musibet 4 sebeple gelir" Der Şemsi Tebrizi: İnsana musibet 4 sebeple gelir ;
✔ Ya hak ettiği için gelir, sabrederse günahlarına kefaret olur
✔ Ya daha büyük belâlara kalkan olarak gelir
✔ Ya tıpkı yağmuru haber veren fırtına gibi, arkadan gelen nimeti haber verir
✔ Ya da ahiretteki derecesini katlar
Peki, gerçekten dünya üzerindeki felaketlerin kökeninde insanın günahları ve yanlış davranışları mı vardır? Bu yazıda, bu sorunun cevabını ararken, dini kaynakların ışığında felaketlerin, bela ve musibetlerin nedenlerini inceleyeceğiz.
Bela ve Musibet Neden Gelir?
Kur'an-ı Kerim'de ve hadislerde, insanların başına gelen sıkıntıların çeşitli nedenleri üzerinde durulmuştur. "Başımıza gelen musibetler ayetler ve hadisler" incelendiğinde, bu durumun bazen bir ceza, bazen ise bir imtihan olarak algılanabileceği görülür.
1. Günahların Bir Sonucu Olarak Musibetler
Bir insanın başına sürekli bela gelmesi, kimi zaman onun yaptığı hataların bir sonucu olabilir. Kur'an'da şu ifade geçer:
"Başınıza gelen her musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz sebebiyledir. Allah ise çok affedicidir." (Şûra, 3
Bu ayet, bireysel ve toplumsal hataların, musibetlerin ortaya çıkmasına sebep olabileceğini gösterir. Ancak bu musibetler, insanlara hatalarını fark ettirmek ve kendilerini düzeltmeleri için bir fırsat sunmak amacıyla da gelebilir.
2. İmtihan ve Sabır
Başımıza gelen musibetler ceza mı imtihan mı? Bu sorunun cevabı, musibetin niteliğine ve Allah'ın hikmetine bağlı olarak değişebilir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şu hadisi şerifte buyurmuştur:
"Mü'minin hali ne güzeldir! Her durumu onun için hayırdır. Ona bir iyilik isabet ederse şükreder, bu onun için hayırlı olur. Ona bir sıkıntı isabet ederse sabreder, bu da onun için hayırlı olur." (Müsüm)
Dolayısıyla, sıkıntılar neden üst üste gelir diye sorgulamak yerine, bu sıkıntılardan çıkarılabilecek derslere odaklanmak önemlidir.
3. Uyarı ve Farkındalık
"Bir ailenin başına sürekli bela gelmesi", o ailedeki bireylerin yaşamsal tutumlarını gözden geçirmesi gereken bir uyarı olabilir. Dini öğretiler, insanlara kendi davranışlarını sorgulamaları ve kendilerini düzeltmeleri için bir fırsat sunar.
4. İlahi Plan ve Hikmet
Kimi zaman, musibetlerin neden geldiğini anlamak mümkün olmayabilir. Her musibetin arkasında yatan ilahi bir hikmet vardır. Kıyamet hadisleri de bu konuda önemli mesajlar taşır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), kıyamet yaklaştıkça felaketlerin artacağını ve bunun insanların ahlaki durumlarıyla doğrudan ilişkili olduğunu belirtmiştir.
Musibet Ne Zaman Biter?
Musibetlerin sona ermesi, genellikle insanın yaşamsal tutumlarını düzeltmesiyle bağlıdır. Ancak, bütün musibetlerin bir anda yok olmasını beklemek yerine, bu sürecin bir sabır ve dua gerektirdiğini anlamak önemlidir. Allah, sıkıntılardan kurtuluş yolları sunar; yeter ki insanlar buna inanıp gerekli adımları atsın.
Ne Yapmalıyız?
Tövbe ve Dua: Allah'a yönelmek ve tövbe etmek, sıkıntılardan kurtulmanın en etkili yollarından biridir.
Sabır ve Tevekkül: Sıkıntılara karşı sabırlı olmak ve her şeyin Allah'ın kontrolünde olduğunu bilmek, manevi huzur sağlar.
Kendi Kendini Sorgulama: Yaşam tarzını, davranışlarını ve inancını gözden geçirmek, çözümün anahtarı olabilir.
islamiyet, Güneş gibidir, üflemekle sönmez; gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz.
Gözünü Kapayan Yalnız Kendine Gece Yapar. Evet Ümitvar olunuz. Şu istikbal inkılabatı içerisinde en yüksek gür sada İslamın sadası olacaktır.
denm bonusu veren sitelr dnm bonus veren siteleri denma bonusi veren sitler